9 Haziran 2012 Cumartesi


AGACIN DALLARI VE YERE DÜŞEN MEYVELERİ

14 Eylül 2011 Çarşamba, 13:25 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendiBelli bir yönden devamlı esen sert rüzgârlar, ağaçların dallarını yere doğru eğse de, yapılarının esnek oluşu sayesinde bu dallar yeniden eski hâlini alabilirler. Fakat, fazla ehemmiyetli görülmeyen bu hâdise yaşlı ağaçların köklerinin toprağa bağlantısının zayıflamasına yol açabilir. Köklerin gevşemesi, ağacın gıda sentezinin azaldığı durumlarda da görülebilir.
Yaşlı kökler kâfi miktarda gıda alamazlarsa, odunlaşmaya başlarlar. Ayrıca, ağacın rüzgârdan tesir gördüğü nisbette, dallarda ve gövdede su-gıda nakleden borucuklar da kalınlaşarak odun lifleri hâlini alır.
Eğer bir ağacın kökleri toprağın sathına çıkmışsa, bu muhtemelen onun rüzgâra karşı müdafaa mekânizmasının
Bir ağacın kök sistemi: 1) Kazık kök, 2) Dengeleyici kök, 3) Ufki iskelet kök, 4) Gelişen kök sonları, 5) Gıda emen kök uçları
işlemesi neticesidir. Fakat bazen de çok sert topraklardaki ağaçların derine inemeyen kökleri yukarıya doğru yönelebilir. Bunlara destek kökler denir. Toprak altındaki köklerin dejenere olduğu durumlarda, bazı ağaçların dalları altından veya gövdesinden de kökler çıkabilir.
Ladin ve benzeri ağaçlar, toprağın hemen altındaki bol gıdalı humus tabakasına kök salarak gıdalarını absorbe ederler. Eğer toprağın üst tabakasındaki humus miktarı kifayetsiz hâle gelirse, ağaç derhal daha derinlere doğru kök salmaya başlar. Dikine büyüyen otların da, gıda bakımından fakir topraklarda, gövdelerine nisbetle çok uzun kökleri bulunur. Meselâ kış çavdarının köklerinin toplam uzunluğu verimsiz toprakta 15 km.'yi bulur.
Yapılan araştırmalarda 1 cm2 kökün, 4,3–15 kg'lık bir basınç temin edebildiği tesbit edilmiştir. Bu basınç büyük ölçüde ozmotik yolla meydana gelmektedir. Yüce Yaratıcı'nın verdiği bu kuvvetle bitkiler, betonları bile delebilirler. Tabii, kök uçlarından salınan asitlerin de bu işte mühim rolleri vardır.
Bitkilerin kökleri bir su tulumbasına benzer. Kökler vasıtasıyla alınan su, çeşitli işlerde vazife yaptıktan sonra yapraklardan buharlaşma yoluyla bitkiyi terkeder. Geniş yapraklı ağaçlar, iğne yapraklara nazaran daha fazla su kaybettikleri İçin, daha uzun köklere sahiptirler. Yaklaşık 30 m2 taca (üst dallar ve yapraklar) sahip bir kayın ağacı, günde ortalama 70 litre suyu buharlaştırır. Sıcaklığın artmasıyla bu miktar 400 litreye kadar yükselebilir. Aynı büyüklükteki bir çam ağacı ise bu miktarın ancak onda-birine erişebilir.
Köklerin uçlarında bulunan çok ince yapılı tüylü hücreler suyun topraktan emilmesini temin eder. Bunlar öylesine İnce yapılıdırlar ki, sayıları milyonlara vardığı hâlde, ancak mikroskop altında görülebilirler. Bunlar ayrıca, kök ucunun ilerlemesini temin eden asitler de ifraz ederler. Bu asitlerin ikinci bir vazifesi de topraktaki minerallerin çözünerek hücre içine alınabilmesini sağlamaktır. Granit ve kuvarslı topraklarda bitki kökleri flor ihtiva eden asitler ifraz ederken, fosfatlı topraklarda sitrik asit salarlar. Acaba böylesine kompleks bir İşi sadece bitkilerin genetik kodlarıyla izah edebilir miyiz? Peki, bu kodlamayı kim, niçin ve ne zaman yapmıştır?
Köklerin topraktan gıda maddelerini nasıl topladıkları şimdilik tamamen açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu konudaki araştırmalar bütün hızıyla devam etmektedir. öğrendiğimiz her yeni şey, bütün bunların planlayıcısı ve tatbikçisi olan Yüce Varlığa karşı hürmet ve takdirimizi biraz daha artırmaktadır.
Bugünkü bilgilerimize göre, her türlü madde alışverişi hücre zarları aracılığıyla cereyan etmektedir. Hem hücre içine dağılmış olan (endoplazmik retikulum) hem de hücreyi çepeçevre saran zarları esas iş görücü ünitelerdir. Zarın bir bölümü yağdan müteşekkil olduğu için, yağda çözünen maddeler kolaylıkla hücre içine alınabilmektedir. Su ve suda çözünen maddeler için başka yollara ihtiyaç vardır. Zarlar, seçici geçirgen bir hususiyet taşıdıklarından, değişik büyüklükteki gözenekleriyle lüzumlu maddelerin hücre içine geçmesine imkân sağlarlar. Bu işte, elektrik tenbihlerinin de rolü olduğu anlaşılmaktadır.
Bazı bitkilerin kökleri mykorrhiza denilen bir mantar tabakası tarafından sarılmış vaziyettedir. 50 ayrı mantar nev'inin bitkilerle mykorrhiza teşkil edebildiği bulunmuştur. Bu mantarların ince lifleri, kökleri sararak yumrular meydana getirir, hatta bazen hücrelerine kadar nüfuz edebilirler. Fakat bu hadise, Yaratıcı'nin İki vazifedarının işbirliğinden başka birşey değildir. Mantar, ağaçdan karbonhidratlı maddeler alırken, karşılığında ona humus tabakasından aldığı azotu, fosforu ve kalsiyumu vermektedir.
Mykorrhiza tabakası teşkil edilemediği için ABD'nİn kurak bölgelerinde uzun süre uğraşılmasına rağmen orman sahaları tesis edilememiştir. Nihayet bölgeye orman toprağı verilmesi düşünülmüş, neticede bu yolla mykorrhiza teşekkülüne imkân sağlanarak ağaçlandırma faaliyetinde muvaffak o-olunabilmiştir. Araştırıcılar bütün bu incelemelerden sonra Önce mantarın, sonra da ormanın öldüğünü söylerler. Son yıllarda görülen asit yağmurları bu faydalı mantarları yok ettiğinden neticede ağaçlar da yok olmaktadır.
Yeni yapılan bir çalışmada, bir ağaca verilen faydalı bir elementin radyoizotopunun, daha sonra civardaki 21 ağaçta da tesbit edilmesiyle ağaçlar arasında da bir yardımlaşmanın varolduğu ortaya konulmuştur. Bütün bu neticeler, atomlardan bitkilere, oradan da galaksilere kadar her-şeyin idaresini elinde tutan bir Zat'ın varlığını düşündürmüyor mu?
 
26 Ağustos 2011 Cuma, 12:05 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

NEREYE GİDİYORSUN NE İSTİYORSUN
NE BEKLİYORSUN
HAYDİ ŞİMDİ BİRDAHA DÜŞÜN İSTEDİGİN NE KADAR DÜNYAYA AİT VARSA SADECE FELAKETİNDİR MAKSADINIZ DÜNYALIKSA BİLİNKİ KAYBETTİNİZ İSTEDİKLERİNİZ BİNEKLER SİZİ FELAKETE GÖTÜRECEK İSTEDİKLERİNİZ SİZİ PERİŞAN EDECEK BEKLEDİKLERİNİZ VEVASIZLIK EDECEK HİÇ BİR HESABINIZ ÇIKMAYACAK DÜNYAYA AİT NE VARSA HAYIR BEKLEMEYİNİZ ÖYLE BİR YERE GİTMEK İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİR ŞEY İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİRİNİ BEKLEYİN B UNUN DÜNYA İLE ALAKASI OLMASIN ÇÜNKİ DÜNYA YALANDIR
NEREYE GİDİYORSUN NE İSTİYORSUN
NE BEKLİYORSUN
HAYDİ ŞİMDİ BİRDAHA DÜŞÜN İSTEDİGİN NE KADAR DÜNYAYA AİT VARSA SADECE FELAKETİNDİR MAKSADINIZ DÜNYALIKSA BİLİNKİ KAYBETTİNİZ İSTEDİKLERİNİZ BİNEKLER SİZİ FELAKETE GÖTÜRECEK İSTEDİKLERİNİZ SİZİ PERİŞAN EDECEK BEKLEDİKLERİNİZ VEVASIZLIK EDECEK HİÇ BİR HESABINIZ ÇIKMAYACAK DÜNYAYA AİT NE VARSA HAYIR BEKLEMEYİNİZ ÖYLE BİR YERE GİTMEK İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİR ŞEY İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİRİNİ BEKLEYİN B UNUN DÜNYA İLE ALAKASI OLMASIN ÇÜNKİ DÜNYA YALANDIR
NEREYE GİDİYORSUN NE İSTİYORSUN
NE BEKLİYORSUN
HAYDİ ŞİMDİ BİRDAHA DÜŞÜN İSTEDİGİN NE KADAR DÜNYAYA AİT VARSA SADECE FELAKETİNDİR MAKSADINIZ DÜNYALIKSA BİLİNKİ KAYBETTİNİZ İSTEDİKLERİNİZ BİNEKLER SİZİ FELAKETE GÖTÜRECEK İSTEDİKLERİNİZ SİZİ PERİŞAN EDECEK BEKLEDİKLERİNİZ VEVASIZLIK EDECEK HİÇ BİR HESABINIZ ÇIKMAYACAK DÜNYAYA AİT NE VARSA HAYIR BEKLEMEYİNİZ ÖYLE BİR YERE GİTMEK İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİR ŞEY İSTEYİNKİ YADA ÖYLE BİRİNİ BEKLEYİN B UNUN DÜNYA İLE ALAKASI OLMASIN ÇÜNKİ DÜNYA YALANDIR
21 Ağustos 2011 Pazar, 23:32 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

ZAMANIN ANINDA COK BÜYÜK BİR ALİM VARMIŞ SACLARI UPUZUN SÜNNETE UYMAKMIŞ MAKSADI ALİMİN ALİM OKADAR COK MEZİYETİ VARMIŞ Kİ SAYMAKLA BİTMEYECEK KADAR COK NUR YÜZLÜ YAKIŞIKLI BİR ALİMMİŞ ALİMİN DERDİ YETENEKLERİYLE TANINMAKMIŞ OYSA İNSANLAR DIŞ GÖRÜNÜŞE ÖNEM VERİYORLARMIŞ ALİME SACI YÜZÜNDEN İLTİFATLAR EDİYORLARMIŞ ALİM BU DURUMDAN RENCİDE OLMUŞ KARARVERMİŞ SACLARINI KESTİRMEYE GİTMİŞ BERBERE BERBER TANIYOR TABİ SAYGILI BİR ŞEKİLDE DEMİŞ HOŞGELDİNİZ EFENDİM NASIL KESELİM DEMİŞ DEMİŞ ALİM SIFIRAVUR HATTA KAZI SACLARIMIDEMİŞ KAZIMIŞ BERBER SA CLARINI DERKEN BERBERİMN MUZİP CIRAGI GELİP ALİMİN BAŞINA BİR TOKAT ŞAKLATMIŞ KABAGA BAK KABAGA DİYEREK ALİM NAZAR ETMİŞ CIRAGA CIRAK DIŞARI CIKAR CIKMAZ KAMYON CARPMIŞ BERBER SİTEM ETMİŞ EFENDİM BİR KABAGA BAKDEDİ DİYE BEDDUAMI ETTİNİZ YOKSA YOK DEMİŞ ALİM KABAGA DEGİL KABAKCIYA DOKUNDU DEMİŞ

Akıl para gibidir çaresize çare olur arzuların isteklerin emrindedir akıl nefis akılı av gibi görür ve de avlar parayla akılla aldıklarınız kimyasından koparılan ve yerinde durmayan uygun olmayacak alınandır istediğiniz yemeği yemek kimyanızı bozacaktır midenizde inkılâplar değişimlere neden olacaktır giysilerde öyledir giydiğiniz takım elbise size gereksiz kibir tavır verecektir ..parayla aldığınız ne varsa aslı gereksiniminiz olamayacaktır akıl para gibidir hep isteklerin arzuların emrinde muti amade bize tavsiyesi aklın zorbalıktan başka bir şey değildir
Akılla cek etmeliyiz tavrımızı vahyin emrinde gitmek için akıl para yolculuk icin gereken erzakın dışında gereksiz savurganlık ve sorumluluktur akılla sorguladığınız..
İzansızlık haddi aşmaktan başka şeyde değildir hikmetin den sual olunmaz bunun içindir mideniz siz isteseniz bile bazı laşe şeyleri kabul etmiyor tükürüyor yâda kusuyor akıl çek ediyor tahlil ediyor muavezene ediyor kabul ediyor yâda etmiyor buda gayri ihtiyaridir mideyi bozan yiyecek alışmaya çalıştıkça bütün vücudu bozacaktır akılda kabul etmediği şeyleri alıştırmaya çalışmak ve başka başka laşe düşünceleri sırf sıra dışılık ve şimdiki tabirle entellik olsun diye söylemek benliğe kabul ettirmek yine insanın vücudunda tahribata yol açmaktadır artık hep görüsünüz bu adam inkarcıdır bu adam yalancıdır bu adam yaradılışın gayesi dışındadır sıfatlar bozulmuş nuraniyet yerini ifadesizlige bırakmıştır uyuşturucu kullananların sıfatdegeri bunun somutlaşmış örneğidir çok bilgi bilen insan artık yüksek yerdedir tıpkı çok zengin insanın emniyette olmadığını sanması gibi birgün biri yanılacak bütün bildikleriyle helak ettirecek yada bilinene bilinmeyen katmak peşinde alimliğini zalimliğe çevirecektir
Zengin artık yedikleriyle doymuş hiç lezzet almayacak aç kalacak bu haliyle de obez lik yada gereksiz yedikleriyle hasta olacaktır israfıyla da kuru ekmeğin suyun hesabı sorulduğu yerde sorumlu oldugu her şeyin agırlıgı altında ezilecektir bu yüzden akıl kör felsefe küfürdür
Vahiy insanın kataloguysa bir ihtimal kurtulur cünki akılla gidilmez yolarda gidilir vahyin ışığıyla
Musa Aleyhisselâmın ümmeti:
- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, ALLAH (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sinaya çıkıp, bazı münacaatta bulunmak istediğinde, ALLAH tarafından şöyle nida olundu:
- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»
Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.
ALLAH (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.
Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:
- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra ALLAH (c.c.) gelecek, dedi.
Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.
İkinci gün Hz. Musa Tura gidip:
- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya ALLAH sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:
- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:
- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, ALLAH değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı ALLAH:
- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.
Demek ki, kullar için yapılan her şey, bizzat ALLAHın kendisine yapılmış gibi olmakta, ALLAH o kimseden razı olmaktadır.

rşembe, 11:26 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

RESSAM ORHAN ALBAŞ HAYIRLI KANDİLLER
bir söz söylenmiş herkes ikna olmuş bir ilaç bulunmuş herkes derdine çare bulmuş
 
Bu insanın ilk zamanı orta zamanı ve son zamanıdır
 
Ölmeden bir bahara daha kavuştuk. Ağacın dalarında meyveler olacaktı, hemen altındaki toprakta da insan aklının alamayacağı düşüncenin onu isimlendirmesi için kıyas gerekiyor. Bu tarlada işte o mahsuller, her yiyen doyacak bir daha acıkmayacak, etrafa saldırmayacak. Ağacın meyvelerde belki aşağı sayılmaz beklide üstün gelir. O tarla emek istiyor, ağaçsa neşvu nema bulacak ama yağmurlara muhtaç. Yağmurlarsa tertemiz gönüllerden dillere dökülmeli, öyle bir dua olmalı ki süt emen bebekler hürmetine ya da aksakallı yaşlılar hürmetine nefisler karışmadan, dünyalık hesaplar yapılmadan. İşte o zaman hayat ağacın vazifesini ziyadesiyle ifa edecek ağacın altındaki tarlada bu dualara muhtaç artık. Görmek anlamlıdır, tefekkür düşünce tamam olmuştur. Hikmeti gözüken zahiri görünümün çok önündedir. Somut görünense arkada kalmıştır. Bir söz söylenmiş tüm dünya ikna olmuştur ya da bir ilaç bir tiryak bulunmuş herkes kendi derdine çareyi bulmuştur. Ne hastalık kalmış ne de sıkıntı. O söz söylenince bütün insanlık aynı anda dinlemiştir, aynı anda anlamıştır. Çünkü söz belagatlidir, açık seçiktir, anlaşılırdır. Anlamak için âlim olmaya gerek yoktur. Dinlemek içinde diz çöküp ders almaya da gerek yoktur. Çünkü zaman bunun için zeminini hazırlamıştır. Yan bahar gelmiştir baharla birlikte ne har gelmiştir
22 Mayıs 2011 Pazar, 13:09 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

Ben kalbimde bir peygamber yaşatırım. 500 hadis-i şerif bilirim. Her konuya aslında ben değil, peygamber cevap verir. Bu şeytan meselesi de bununla alakalıdır. Şeytan taşlamada yine içimdeki sese kulak verdim. Bu şimdiki anlamda beyin jimnastiğidir. Ardımı dönüyorum. Tarife sığmayan, iğrenç bir yaratık, bana sırıtarak `O taşları bana atmak için mi topluyorsun?` dedi. `Evet` dedim. Suratını asıp `Şüphesiz ki senin taşın bana değecektir. Çünkü senin taşın hesapsızdır. Gel seninle anlaşalım.` dedi. Sordum: `Neden Allah`a isyankâr oldun, neden Hz. Âdem`e saygı göstermedin?` Şeytan dedi ki: `Bu soru bana daha önce de sorulmuştu. Ben ateşten yaratılmıştım. Âdem ise topraktan. Kıyamet sabahına kadar insanları peşime takıp cehenneme götürecektim. Bugün görüyorum ki ben görevimi ziyadesiyle yapmışım. İnsanlık gururda, kibirde. Cinayetle, çocuklara sirayet eden tecavüzleriyle ve döktüğü kanlarla beni çoktan geçtiler. Şimdi taşı istediğine at. Ya bana ya da kendini insan zanneden, şeytandan da şeytanlara…`

24 Nisan 2011 Pazar, 15:04 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

 İslamcılığın cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.
Müslümansan, hangi meşreb ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!
Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.
Bre uğursuzlar!..
İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?
Rüşvet almak var mıdır?
Haram yemek var mıdır?
Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır?
Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?
Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır?
İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?
Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!.. İki yakanız bir araya gelmesin!.. Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!..
Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız... Başınız belâdan kurtulmasın
24 Nisan 2011 Pazar, 10:57 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

ARTIK YANMA VAKTİDİR
YEMYEŞİL AGAÇ KOKULU AÇAN ÇİCEK MEYVELERİNİ VEREN YAPRAKLARIYLA GÖLGE EDEN AGAÇ AKİBETİN İKİDİR YA KİTAP OLURSUN İLİMLE DOLARSIN BİLGİYLE TAŞARSIN NURLA AYDINLATIRSIN SAYGIYLA ÖPÜLÜP BAŞA KONURSUN YÂDA KÖŞEDEKİ FIRINCININ AKLINA BİLE GELMEDEN FIRINDA YANARSIN NE KÖTÜDÜR YANMAK AMA FIRINCI BUNU UMURSARMI SANIRSIN FIRIN YANDIKCA YANAR DAHA YOK MU DER MEŞELER GÜRGENLER YOZ AHLÂTLAR YOKMUDER ÇÜNKİ FIRINCI DUYMAZ YANAN LARIN ÇIGLIGINI NE GÜZEL ÇATIRDIYOR DER BİL EY İNSAN SENİN DE AKİBETİN ANÇAK İKİDİR DEME Kİ İNSAN BÖYLE YANARMI VAKİT GELİNCE YANAR ÖYLE BİR YANARKİ FIRINCI SADECE SANA YANACAK ONUN NAZARIYLA BAKAR FIRINCI ODUNLARINA ACIMAZ ATEŞ GÖREVİNİ ODUNDA YANMAK VAZİFESİNİ YAPACAKTIR TEVEKKÜLLLE GİDİN BAKIN EN YAKINDA Kİ FIRINA BİR KEZ DAHA GÜNÜ GELMEDEN MÜŞAHADE EDİN AKİBETİMİZİ 2 YOLDAN BİR YOLDUR FIRIN ODUNLAR İÇİN YANMAK VAKTİDİR
9 Nisan 2011 Cumartesi, 08:50 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

KAFİ DEĞİLDİR AŞK!
 
Ankara'dan ayrılırken yanımdaki koltuk hala boştu.
Doğrusu bu durumun hoşuma gitmediğini söylemeyeceğim.
Siz de hak verirsiniz ki tanımadığınız biriyle yanyana
oturarak saatlerce yolculuk yapmak pek de hoş bir
durum değildir. Ancak keyfim uzun sürmedi. Otobüsümüz
Gölbaşı'na gelince durdu. Bizim boş koltuğun sahibi de
ortaya çıkıverdi. Oldukça yaşlı biriydi. Otobüse
binerken gençten bir adam ona yardım ediyordu.
Koridorda ilerleyerek bana yaklaştı. Genç adamın
işaretiyle, yaşlı adama yol verdim, o da pencere
kenarındaki koltuğuna kendini bırakıverdi. Genç adam,
"Hoşça kal dede," dedikten sonra kulağıma eğilerek,
"Biraz rahatsız ona yardımcı olur musunuz?"
diye rica edince çaresiz, kabul ettim.
 
Otobüsümüz yeniden yola koyulunca, yaşlı adam hiçbir
şey söylemeden bir süre dışarıda akıp giden bozkırı
izledi. Sonra sanki aniden anımsamış gibi bana
dönerek,
"Merhaba delikanlı," dedi titrek bir sesle "Yolculuk
nereye?"
"Antep'e," dedim. İlk kez ona dikkatle bakıyordum. Ve
onda ilgimi çeken şey yüzündeki keder oldu. Ağarmış
saçları, alnındaki derin çizgiler, feri kaçmış kül
rengi gözleri, sanki yaşlanmanın doğal bir sonucu
değil de, derin kederini daha iyi vurgulamak için
yerleşmişlerdi yüzüne. O da bir an beni süzdükten
sonra, "Niye gidiyorsun Antep'e?" diye yeniden sordu.
Savcı gibi böyle sorular sorması canımı sıktı ama ayıp
olmasın diye yanıtladım. "Yeğenimin nikahı var da."
Kül rengi gözlerinden bir ışık geçti. "Düğün ha!" diye
mırıldandı. "Görücü usulüyle mi evleniyor yoksa sevda
mi?" Daha fazla soru sormamasını umarak, "Görücü
usulüyle," diyerek kestirip attım.
Başını sallayarak, kendi kendine gülümsedi. Ben, artık
kurtuldum, diye düşünürken, yeniden söze başladı.
"Görücü usulüyle evlenmek iyidir. Arada sevda filan
olsaydı kötüydü." Yaşlı adamın, sorularından sonra
şimdi de Don Juan misali kendinden emin bir tavırla
aşk üzerine atıp tutması beni sinirlendirdi. "Bu
konuları çok iyi biliyorsunuz galiba?" diye alaycı bir
tavırla sordum. Alay ettiğimi anlamadı, gözlerine
tatlı bir özlem çöktü. "Eh, biraz bilirim," dedi.
"Başından çok macera geçmiş anlaşılan," dedim
alaycılığımı sürdürerek. Yüzü ciddileşti. Sonunda alay
ettiğimi anladı, şimdi bana kızacak, diye düşündüm ama
sandığım gibi olmadı. "Bu işin macerası olmaz," dedi
yaralı bir ses tonuyla. "Hakiki sevda tektir. Sonuna
kadar da tek kalır."
"Yapma be dede, insanın gönlü o kadar dar mı?" dedim.
"İnsanın gönlü geniştir geniş olmasına ama sevda kuşu
nazlıdır, öyle her önüne çıkan dala konmaz. Her önüne
çıkan dala konana bizde başka ad verirler."
"Bu konuda anlaşamayacağız," diyerek konuyu kapatmak
istedim ama yapamadım. Yaşlı adamın yüzündeki keder mi
desem, sesindeki tini mi bir şey bana engel oldu. Bu
ihtiyarin sıkı bir hikayesi olduğunu sezinlemeye
başladım. "Kusura bakma dede, ama sormadan
edemeyeceğim, sen hiç sevdalandın mı?" Hiçbir şey
söylemeden öylece yüzüme baktı sonra derinden bir iç
geçirerek, "Oldum ya," dedi. "Sevdaya düşmemiş adam,
adam mıdır?" "Bak şimdi olmadı dede," diye güldüm. "Az
önce sevda kötüdür diyordun, şimdi de sevdaya düşmemiş
adam, adam mıdır, diyorsun." O da gülmeye başladı.
"İkisi de doğru," dedi. "Sana hikayemi anlatırsam,
daha iyi anlarsın."
 
O zaman bütün bu girizgahı hikayesini anlatmak için
yaptığını anladım. Ama artık yol arkadaşımdan
şikayetçi değildim, pür dikkat anlatacaklarını
dinliyordum.
 
"Ben, iki çocuklu bir ailenin büyük oğluydum. Babam,
Antep'teki bedestende kuyumculuk yapardı. O zamanlar
bizim mahallede Yahudi bir aile yaşıyordu. Dinlerimiz
ayrıydı ama iyi komşuyduk. Onların Florid adında bir
de kızları vardı. Çocukluğum bu kızla birlikte geçti.
Bazen onların bahçelerinde, bazen bizim evin damında
oynardık. Ama Florid biraz serpilince, annesi benimle
oynamasına izin vermemeye başladı. Artık onu yalnızca
pencere kafeslerinin arkasında görebiliyordum. İçimi
tuhaf bir duygu kaplamıştı. Bu duygunun bir
arkadaşa duyulan hasret olduğunu sanıyordum. Derken
bizim askerlik de geldi çattı. Askerde Florid'in
yokluğunu daha çok hissetmeye başladım. Ve bunun öyle
kolay kolay bitmeyecek bir sevda olduğunu anladım.
Anlamasına anladım ama o bir Yahudi kızıydı, ben ise
Müslüman. Bırakın evlenmeyi, birlikte görülmemiz
bile normal karşılanmazdı. Ben askerde böyle tasa
içinde kıvranırken kötü haber geldi. Florid
kendisinden yaşlı, kumaş tüccarı Yasef'le
nikahlanmıştı. Florid'in ailesi pek varlıklı değildi, kızın yüklü bir
drahomasi yoktu. Yasef yaşlıydı ama zengindi.
Florid'in kıymetini bilirdi. Haberi duyar duymaz zaten
zor geçen askerliğim tam bir cehenneme dönüştü. Ne
söyleneni anlıyordum, ne emredileni yapıyordum.
Komutanlarım uyardılar beni, azarladılar, sövdüler,
dövdüler; hayır, hiçbir şey kar etmiyordu. Kısa sürede
adımız deli askere çıktı. Neyse lafı uzatmayalım. İyi
kötü askerlik böyle geçti. Bu arada ben de, Florid'i
unutmaya karar verdim.
Askerden dönünce de babam artık iyice yaşlandığı için
kuyumcu dükkanının başına geçtim. Evden işe işten eve
gidip geliyorum. Rastlantı bu ya, bir gün sokakta Florid'le karşılaştık. Sıcacık
gülümsedi bana. Yüreğimi bir çarpıntı aldı. Ama Florid'e hiçbir şey söylemedim,
gülümseyemedim bile. Florid geçti gitti yanımdan. Kederle girdim eve.
Ertesi gün zor kalktım yataktan, canım işe gitmek
istemiyordu. Yine de dükkana gittim, çalışmaya
başladım ama nasıl çalıştığımı, ne yaptığımı ben de
bilmiyorum. Öğleye doğru bir de baktım ki Florid
karşımda. Manevisi bol, ela gözleri tatlı tatlı beni
süzmekte. Gözler anlaşırsa dil susar derler. Biz de
fazla konuşmadık. Florid bana burmalı bir bilezik
ısmarladı. Bileziğin bahane olduğunu biliyordum.
"Bir hafta sonra hazır," dedim. O gözlerini yüzümden
almadan, "Bir hafta sonra bileziği bizim eve getir,"
dedi.
Onlarda ne olacağını biliyordum. "Evime getir," lafını
ezber ede ede, gece gündüz çalışarak beş günde
bitirdim bileziği. İşi gören kuyumcu arkadaşların ağzı
açık kaldı. "Böylesi Saba Melikesi Belkıs'ın
hazinesinde bile yoktur," diyerek, gıpta ettiler bana.
Bileziği sedef bir kutuya koyarak, vardım kumaş
tüccarı Yasef'in evine. Kapıyı Florid açtı. Yüzünde
ayni tatlı, davetkar gülümseyiş. Evde başka
kimsecikleri de yok. Sonrası... Sonrası tahmin
edersin.
Ama Antep küçük yer. Üstelik her yerde olduğu gibi
burada da dedikoduya meraklı. Kısa sürede Yasef'in
kulağına gitmiş bizim aşk. Yasef olgun adam. Oturup
düşünmüş, karısı genç, güzel, kendisi yaşlı, üstelik
karısını sevmekte ki deliler gibi. En iyisi bu kentten
kaçıp gitmek. Akşam Florid'e demiş, "Ben bu kentten
bıktım. Şam'da akrabalarım var, onların yanına
taşınalım."
Ertesi gün Florid benim dükkana geldi. Olanı biteni
anlattıktan sonra güzel gözlerini yüzüme dikerek,
"Benimle evlen. Yasef'i bırakıp, burada kalayım,"
dedi.
Ne diyeceğimi bilemedim, Florid'le evlenmeye kalksam,
millet beni kınayacak; kadın hem gavur, hem dul.
Bıraksam gidecek...
Ben böyle kıvranırken, Yasef erken davrandı, karısını
aldığı gibi tuttu Şam'ın yolunu.
Herkes, "kurtuldun," diyor. Bir de bana sor. Gün
günden daha zor geliyor. Aklımı kaçıracağım her köşe
başında, her kapının önünde onu görüyorum, kulaklarımda
onun sesi çınlıyor. Florid'siz yaşamaya ancak bir yıl
dayanabildim. Anamın yalvarıp yakarmalarına
aldırmadan, dükkanı küçük kardeşime teslim edip,
yanıma da yüklüce bir para alarak ben de tuttum Şam'ın
yolunu.
Şam'da Yasef'in dükkanını bulmak zor olmadı. Bu zengin
yahudiyi tanımayan yok. Yasef'i gizlice izleyerek
evini öğrendim. Ertesi gün sabah erkenden evin önünde
beklemeye başladım. Yasef dükkanına gidince, eve
yaklaşmaya başlamıştım ki, esmer bir delikanlının
benden önce kapıyı çaldığını gördüm. Birkaç saat sonra
çıktı evden. O gidince ben yaklaştım eve. Çaldım
kapıyı. Florid beni görünce şaşırdı ama hiç sevinmişe
benzemiyordu. "Niye geldin?" diye sordu azarlar gibi.
 
 
"Sensiz olmuyor," dedim, üzüntüyle.
 
"Çok geç" dedi
umursamaz bir tavırla, "ben seni unuttum."
Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
"Konuşalım," dedim.
"Konuşacak bir şey yok," dedi.
Baktım ısrar etmek faydasız, kaldığım hana geri
döndüm. Sabaha kadar düşündüm. Ona hak verdim. Ben çok
geç kalmıştım.
Ortalık ışıyınca çıktım handan. Şam'da ne kadar
çiçekçi varsa hepsini dolaştım, cebimde ne kadar para
varsa hepsine çiçek aldım. Aldığım çiçekleri,
üç at arabasına yükledim. Vardım Florid'in kapısına.
Sabah serinliğinde mis gibi kokan çiçekleri sevdiğim
kadının evinin önüne yıktım, sonra ayrıldım
oradan."
 
Yaşlı adamın öyküsü çok etkilemişti beni,
Bravo dede," diye heyecanla söylendim. "Bu yaptığın
çok güzel bir şey."
Yol arkadaşıma artık başka gözlerle bakıyordum. Benim
için bir tur Anadolu bilgesi olup çıkmıştı. Bu arada
otobüsümüz ilk molasını vermek üzere bir dinlenme
tesisinde durdu. Birlikte indik. O tuvaletteyken, bizim
otobüsümüzün muavini yaklaştı yanıma.
"Gene ne anlatıyor Ayvaz Dede?" diye sordu.
"Adı Ayvaz mi?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim.
"Onu tanıyor musun?"
"Abi, onu Antep'teki butun otobüs şoförleri,
muavinleri tanır."
"Nasıl yani?"
"Ayvaz Dede biraz sıkıntılıdır. Memlekette en fazla
bir ay kalabilir, sonra kendini yolculuklara vurur."
"Tuhaf," diye mırıldandım. "Neden böyle yapıyor?"
"Abi, bu Ayvaz Dede, gençken bir Yahudi karisini
sevmiş. Kadın evliymiş. Kocası durumu çakınca,
Ayvazdan kurtulmak için evini Şam'a taşımış.
Bizimki bırakır mı peşlerini. Haydi o da Şam'a. Ama
kadın yüz vermemiş bizimkine. Ayvaz Dedenin gururu
kırılmış tabii. Çektiği gibi kasaturasını bir
güzel şişlemiş hem kadını, hem kocasını."
Şaşırmıştım, Ayvaz Dedenin anlattığı hikayenin sonuna
hiç benzemiyordu bu.
"Sonra?" diye sordum meraklı muavine.
"Sonrası, kendi de iflah olmamış. Anlaşılan kadını
gerçekten seviyormuş. Kafayı yemiş. Antep'te duramaz
olmuş. Kendinden mi, öldürdüğü kadının hayaletinden mi
bilinmez kaçmaya başlamış."
Muavine başka bir şey soramadım. Ne diyeceğimi
bilemiyordum. Az sonra Ayvaz Dede geldi yanıma. Ona da
hiçbir şey sormadım. Açık bir çay ısmarladım.
"Sağ olasın evlat," dedi.
Çayını içerken onu izledim. Bu yaşlı adam hiç de
katile benzemiyordu ancak çok dikkatli bakarsanız,
sevdiği kadını öldürdükten sonra, ellerinin
kanını gözyaşlarıyla yıkamaya çalışan bir adamın
çaresizliğini görebilirdiniz onun kederli yüzünde.
ZİNA YAPAN GÖZÜKÜR RESSAM ORHAN ALBAŞ
02 Eylül 2010
İnsanın günahı yazılıdır yüzüne zinaysa gözlerinize yazılmıştır bakmışınız görmüşünüz hakkınız olmayana zina yazılmıştır büyük harflerle herkes görür zina kaDIN bu adam zina yapmıştır ya da kadın aşikârdır artık zina kar utanmayan ardan uzak duruşu hayâdan artık bakışıyla zina yapanın gözlerindedir zinası,
 
Zina sadece günah sevap ölçüsü değildir zina karışır irsiyetlere nesilleri bozan kana karışan ırz ve nesebe bulaşandır o yüzden gözükür zina yapan hem oka dar gözükür ki hemen seçilir bilinir hatta dikkat çeker
 
ŞEYTANIN OĞLU
02 Eylül 2010
HER COCUK İSLAM FITRATI ÜZERİNE DOGAR
 
Ama annesi babası şeytansa şeytan olur yok Müslüman sa Müslüman olur annesi babası gayri meşru bir kadın çocuk doğurdu şeytan sahip cıktı benim çocuğum diye ve çocuğuna nasiyata başladı ona kutsal vazifesini açıkladı insanları yoldan çıkaracaksın yoksa yanacaksın insan olacaksın dedi şeytan sen artık başlaya bilirsin dedi küçük şeytan bir köylüye gitti o0nun öylen yiyeceği ekmeğini çaldı
 
Köylü ekmeğini aradı taradı bulamadı küçük şeytanın hesabına göre ekmeyi bulamayınca küfredecek günaha girecekti köylü ama köylü bir gün aç kalmakla bir şey olmaz dedi buna da şükür dedi küçük şeytan ilk hamlesinde başarısız olmuştu olanları büyük şeytana anlattı büyük şeytan çok kızdı çabuk git bu konuyu hallet dedi yoksa yanarsın insan olursun dedi şeytanlıktan çıkarsın dedi küçük şeytan tekrar gitti işçi kılığında o köylünün yanında çalışmaya başladı ona ona kuraklık olacağını ekinleri bataklığa ekmesini söyledi gerçektende kuraklık oldu bataklıkta bol ürün aldı gelecek senede bayıra ekmesini söyledi cünki dedi sel olacak bu dediğini de yaptı köylü artık zengin olmuştu bu seferde sana dedi buğdaydan içki yapmasını öğreteceğim dedi hem satarsın hem içersin dedi köylü bu sözüde yerine getirdi icki yaptı hem kendisi hemde cevresine icirdi küçük şeytan olanları büyük şeytana anlattı ilk şişe bittiginde hepsi cok akıllı muhabbet ettiler tıpkı tilkiler gibi 2ci şişeyi içerken kurt gibi ulumaya bagırma ya başladırla 3 cü şişede domuzgibi hırıltılarcıkararak yerleri eşelemeye başladılar büyük şeytan aferim dedi olguna demek ickilerine tilki kurt domuz kanı kattın kücük şeytan yok be baba dedi onların icindeki şeytanı uyandırdım sadece büf toktasıda hikmeti kaldırdım
 
GÜNAHLAR YÜZÜNÜZE YAZILIR
02 Eylül 2010
Günahlar yüzünüze gözlerinize yazılır sanmayın ki günah işlediğinizde saklanır gizlenir görünmez bilin ki herkes görür ama herkes görür günahınızı adını koymaz ama görürü oka dar okunur ki ancak o lisanı bilenler okur ve açıklar alnınıza yazılmıştır inkârınız ve serpiştirilmiştir bütün simanıza inkâr en büyük günahınızdır inkârcılığınız.
 
bu en büyük günahtır adını günah deyip geçtiğimiz mefhum insan rezervine bulaşan kirdir pastır ve günden güne insanın aslını çürütür kemirir bitirir, alnından başlayan inkârı bütün yüzüne serpilmiştir
 
İnsanın günahı yazılır yüzüne inkâr ediyorsa mana yoktur mana batinidir görünmez
 
inanmak lazım dır yoksa maddeye bakan zahiri görünüş kemiğe bürünmüş ettir insan eti leşlerin en kokuşmuşu en beteridir laşenin ,
 
Değildir artık kâinatın en güzel çiçeği ya da çiçekten tevellüt eden meyvesi değildir inkârcı surat sadece sadece leştir lâşedir
 
İnsanın günahı yazılıdır büyük harflerle suratına ettiğiniz inkâr alınınız dan dan başlayarak sarmıştır bütün vücudunuzu hak etmediğiniz ayaklarınız elleriniz insanı kamilin değildir artık mükemmel yaradılışı kontrol eden inkarcı kafanız – hem sarhoş hem divanedir istek ve hevasatın esiridir ilham en yaşayan hayvan dan da aşağıda dır mükemmel yaratılan hadsiz hesapla var olunan insan bu dünyanın en tehlikeli yaratığıdır ve canavardan aşağı düşmüş bütün insanlığın düşmanı ve dünyanın felaketine sebep olacaktır bu inkarcı yaratık ve büyük harflerle yazılır alnına bu adam inkarcıdır diye
 
SADAKAT RESSAM ORHAN ALBAŞ
02 Eylül 2010
Sadakat
 
Öyle para veren in yanında havlayan köpek bir digeride para verince onun yanında havlayan köpektir sadakat sadık köpekliktir o kadar sadıktır ki köpek her yerde köpektir böyledir işte sadakat ama bazen bir köpeğin 2 sahibi vardır biri çağırınca birine diğeri çağırınca diğerine gider orada havlar bu sadakattir işte daha doğrusu sadık köpek her yerde köpektir bir gün 2 sahibi de birden çağırsa ne yapar dersiniz köpek gider sahiplerinden birisini ısırır yani köpek köpekliğini yapmıştı oysa sadakat kötü degildir sadakat lazım dır sadık olmak köpeklikte degildir ancak Salihler sadık olur Salih olur insan sadıksa sadakatliy se insan insan olur sadakat güctür kuvvettir cünki sadık olan Salihlere sadık olmuştur kendine sadakatli olmuştur insanlıga rabbine sadakatli olmuştur her şöyledigiyle sadakatli olmuş itaat etmiştir sünnete farza hem sadıkları hem sadık oldukları vardır sadakat kendimize olmalıdır ozaman sadakatli dostu buluruz RESSAM ORHAN ALBAŞ
 
KÜN VE YEKÜN
02 Eylül 2010
Moleküllerine ayrılıyordu her şey aslına rucü eden maddeleşmiş nesne yine aslına dönüyordu yaratılan her zerre yaratılmış her zerre adedince zerrede emre amade edilmiş bir emirle hedefi oluşturuyor bazen insan bazen kaya parçası da olabiliyor ve verilen görev neyse ona amade oluyor memur ediliyor insan insan sa iradesini elinde tutuyor emronulduguysa imanla inançla akılla yönlendiriliyor ali maksatlara ulvi gayelere memur oluyor demek ki yeryüzünün halifesi ve tercümanı hükmündeki insan her zerrenin ayrı ayrı yaratıldgını bilen insansa herzerre adedince şükretmeye mecbur ve muti bir raiyetle yaradılış gayensin hikmetine imanla ulaşacak alailiyine yükselecektir insan yarattığın zerreler adedince şükürler olsun hamdü senalar olsun Allahım yine insan aslına dönecek cünki aslı camuur olan insan bir damla sudan yaratılan insan yine aslına dönüp ilk yaradılıtaki gibi camura inkılap edecek balcık tan var edilen insan maddesi yine kalıbının döküldügü heykelinin anatomisi ni oluşturan maddesinde kalırmı herzerreyi idrak edip tekamül ve temerkürüz eden insan aynel yakin bir surette görüp emaşa edip idrakile zirvelerin tepesinde sukut ve subuta erecektir ve ozman maksadı ilahinin erdigi görev tamalanacak beşerin hülasası da artık madde deyil mana ya ve sonsuz kutretin ineyeti rabbaniyesiylede tattıgı her lezzetin sonsun doyumuna ulaşacaktır veyahut eksik olunan tamalanacak insan cehennemde bütün curuhlarıyal yanacak yanacak özündeki rezervine ininceye kadar temizlenecek bu da sebebi olan nefsi emareye fatura edilip yine nefsiyle sıkıntısını azaplar icinde nefsi terbiye olunur iş oraya kalmasın dileriz cünki cehennemi en iyi idrak eden müvmindir gaflettekiyse zaten bir haber
21 Mart 2011 Pazartesi, 00:21 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

İnsanlar tür tür dür yani tavşan giller kaplumbağa giller gibi insanlar çeşit çeşittir
 
Öyle türler vardır ki onları inandıramazsınızda oka dar bencil oka dar kendini beğenmiştir ki
 
Ona peygamber gelse anlatsa daha konuya başlamadan tavrı bellidir yüzünü ekşidir dinlediklerini anlamassada önemli değildir kör felsefesiyle noktayı kor sihirbazdır hokkabazdır gibi söz söyler çünkü nefsi firavunlaşan firavun ırkından bir çeşittir.
 
Lanete uğramıştır hay kahrol asıca nidası sırf bunun içindir
 
İnsanlar tür türdür vaaz geciremessiniz itaatte ettiremezsiniz cünki onun yaradılışında isyan vardır. Çünkü şeytan ben ondan üstünüm demiştir aynen bu türde öyle der kendi lisanî haliyle yoldaki taşlar kayalar gibidir hak yolunda olan herkes ayağı takılır başı yarılır imtihan olur sebepsiz değildir variyeti.
 
İnsan tür tür dür çeşit çeşittir nevi beşerin nifakına bozulmasına çürümesine bu tür insan sebep olur bu türde kör felsefecidir bencilliğiyle hadsiz nihayetsiz açlıgıyla
11 Mart 2011 Cuma, 13:34 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

Şimdi uzanım camdan bakın pencereden ağaçların son halidir bu artık bahar değildir.
 
Tomurcuklar gitmiş. Neşeyle açan çiçekler gitmiş sımsıkı tutunan meyveleri gitmiş.
 
Böbürlenerek verdiği olgun meyveler toplanmış toplayanlar bazen silkelerler bazense dallarını kırmışlar ama neticede bir yapraklar kalmış zaten ilk yoldaşı yapraklar degilmiydi ama bu rüzgara daha fala mukavemette edemez çünkü her baharın hazin sonudur kış artık kurumuş odunsu bir ağaç vardır bahçenizde sakın gidip de kesmeyin kökünden sakın artık öldü demeyin sakın ha sakın bitti görevi demeyin cünki nehari vardır kışın bir baharı vardır bu hazin son bir başlangıcın habercisidir inanması zorda olasa tekrar dirilecek tekrar neşvu nema bulacaktır tıpkı insanlar gibi
 
5 Mart 2011 Cumartesi, 21:37 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.
 
Hadîsler
 
İsmail b. Vâsıt şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk Hz. Peygamber'in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hz. Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebubekir ağladı- ve şöyle dedi:
 
Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir.151
 
Muhakkak ki yalan, ateşin kapılarından bir kapıdır.152
 
Hasan Basrî şöyle demiştir: Daha önce şöyle deniliyordu: 'Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması münâfıklıktandır. Üzerinde münâfıklık binâsının yükselmiş olduğu temel yalancılıktır'. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
 
En büyük hiyanet, din kardeşine haber verdiğin bir sözde o sana inandığı halde senin ona yalan söylemendir.153
 
Kul yalan söylemek ve yalancılıkla meşgul olmak sebebiyle Allah katında yalancılardan sayılır.154
 
Hz. Peygamber, bir koyunun pazarlığını yapıp 'Allah'a yemin ederim, sana şu şu fiattan eksik vermem', 'Allah'a yemin ederim, ben de sana şu şu fiattan fazla vermem' diye yemin eden iki kişinin yanından geçti. Sonra oradan geçerken onlardan birinin koyunu satın aldığını gördü ve şöyle dedi: 'O iki kişiden biri hem günahı, hem de yeminin kefaretini yüklenmiş oldu'.155
 
Yalan, rızkı eksiltir.156
 
Muhakkak tüccarlar fâsık ve fâcirlerin ta kendisidirler.
'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah, alışverişi helâl kılmamış mıdır?' dediler. Hz. Peygamber 'Evet! Alış-verişi helâl kılmıştır. Fakat tüccarlar alışverişte yemin ederler, günahkâr olurlar, konuşurlar, yalan söylerler' dedi.157
 
Üç sınıf vardır. Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz ve onlara (rahmetle) bakmaz:
1.Sadakasıyla minnet eden (başa kakan)
2.Yalan yemin ile malını satan
3.Kibir ve gururdan ötürü eteğini yerlerde sürükleyen.158
 
Allah'a yemin eden bir kimse, yeminine bir sivrisinek kanadı kadar yalan katarsa, o yemin kıyamete kadar onun kalbinde bir (siyah) nokta teşkil eder.159
 
Üç sınıf vardır. Allah Teâlâ onları sever:
 
1.Bir grup arkadaşının içinde bulunup, (düşmana karşı)göğsünü, ölünceye kadar veya Allah kendisine ve arkadaşlarına bir yol açmcaya kadar geren kimseyi,
 
2.Kendisine eziyet veren kötü bir komşusu olduğu halde ölünceye veya göç edinceye kadar sabredip onun eziyetine göğüs geren kimseyi,
 
3.Arkadaşları ile yolculuğa veya düşman üzerine giden, yolculuğun kendilerini yorduğu, herkesin yatıp dinlenmeyi arzuladığı bir zamanda, arkadaşları yatarken bir kenara çekilip namaz kılan, arkadaşları uyanmcaya kadar ibadetle meşgul olan kimseyi Allah Teâlâ sever.
 
Üç grup da vardır ki Allah Teâlâ onlara buğzeder:
1.Fazla yemin eden tüccar,
 
2.Gururlu olan fakir,
 
3 Verdiğini başa kakan cimri.160 Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
 
Başkalarını güldürmek için yalan söyleyen kimseye cehennem vardır. Azap ona olsun, azap ona olsun!161
 
Rüyamda bir kişi bana geldi ve 'Kalk!' dedi. Onunla birlikte kalktım. Bir de gördüm ki iki kişinin yanındayım. Onlardan biri ayakta, diğeri oturmuş... Ayakta olanın elinde çengeller vardı. O çengelleri oturan kişinin ağız boşluğundan geçiriyor, dudakları omuzlarına yetişinceye kadar çengelleri çekip uzatıyordu. Sonra tekrar çekiyordu. Sonra çengeli çıkarıp ağzının öbür tarafına takıyor, onu çektiği zaman, öbür tarafı eskisi gibi oluyordu. Beni kaldırana 'Bu manzara nedir? dedim. Bana dedi ki: 'Şu oturan kişi yalancıdır. Kıyamete kadar kabrinde bu şekilde azap görecektir.162
 
Abdullah b. Cürad163 şöyle anlatıyor: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Mü'min bir kimse zinâ eder mi?' dedim. Hz. Peygamber 'Bu bazen olur' dedi. 'Ey Allah'ın Peygamberi! Mü'min bir kimse yalan söyler mi?' deyince Hz. Peygamber 'Hayır!' dedikten sonra hemen şu ayet-i celîleyi okudu: 'Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır'. (Nahl/105)164
 
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediyor:
 
Ey Allahım! Kalbimi münâfıklıktan, tenâsül uzvumu zinâdan ve dilimi yalandan temizle.165
 
Üç sınıf vardır ki, Allah onlarla ne konuşur, ne de onlara iltifat eder ve ne de onları över veya kalplerini temizler. Onlar için elem verici bir azap vardır:
 
1.Zina eden evli veya yaşlı bir kimse
 
2.Yalan söyleyen padişah
 
3.Gururlu olan bir fakir.166
 
Abdullah b. Amr167 şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber evimize geldi. Küçük bir çocuktum. Oynamak için dışarıya çıkmıştım. Annem 'Ey Abdullah! Gel sana bir şey vereceğim' dedi. Hz. Peygamber anneme dedi ki:
 
-Sen ona ne verecektin?
 
-Hurma verecektim.
 
-Dikkat et! Eğer ona hurma vermeyecek olsaydın,bu söylediğin defterine yalan olarak geçecekti.168
 
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
 
Eğer Allah bana şu kum taneleri kadar nimet verseydi muhakkak onu aranızda taksim ederdim. Taksim ettikten sonra beni ne cimri, ne yalancı ve ne de korkak olarak görmezdiniz.169
 
Hz. Peygamber bunu söylerken yaslanmış bulunuyordu. Sonra şöyle devam etti:
 
'Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? O, Allah'a şirk koşmak ve anne ve babaya isyan etmektir'. Sonra kalkıp oturdu ve şöyle dedi: 'Dikkat ediniz! Büyük günahların en büyüğü yalancılıktır'.170
 
İbn Ömer Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: 'Kul, yalan söylediğinde melek kendisinden bir mil uzaklaşır. Uzaklaşması kişinin söylediğinin pis kokusu nedeniyledir'.171
 
Enes, Hz, Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder: 'Bana altı hasletle kefil olunuz, ben de size cennetle kefil olayım. Ashâb-ı kirâm 'O altı haslet nedir?' diye sorunca şöyle dedi:
1.Sizden birisi konuştuğu zaman yalan söylemesin.
 
2.Söz verdiği zaman sözünden dönmesin.
 
3.Emin sayıldığı zaman hıyânet etmesin.
 
4.Gözünü haram bakıştan korusun.
 
5.Tenâsül uzvunu zinâdan korusun.
 
6.Ellerini zulümden uzak tutsun.172
 
Yine şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak şeytanın sürmesi, enfiyesi ve çerezi vardır. Çerezi yalan, enfiyesi öfke, sürmesi ise uykudur'.173
 
Hz. Ömer birgün hutbe okurken şöyle dedi: 'Ey insanlar! Sizin içinizden buraya çıktığım gibi, Hz. Peygamber de bizim içimizden bu makama çıkıp şöyle buyurmuştur:
 
Benim ashabıma iyi davranın. Sonra onları tâkip eden tâbiîne de iyi davranın. Sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişi, yemine dâvet edilmediği halde kendiliğinden yemin edecektir. Kendisinden şahidlik istenilmediği halde şahidlik yapacaktır.174
 
Kim yalan olduğunu bildiği halde benden hadîs rivayet ederse, o yalancının biridir.175
 
Kim yalan yere yemin eder, müslüman bir kişinin malını o yalan yeminiyle haksız olarak elde ederse, böyle bir kimse, Allah'ın huzuruna, Allah kendisine kızgın olduğu halde gelir.176
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir kişinin şahidliğini -uydurduğu bir yalan yüzünden- reddetmiştir.177
 
Yalan ve hâinlik dışında müslümanda her haslet bulunabilir.178
 
Aişe validemiz dedi ki: 'Hz. Peygamber'in ashabına, yalandan daha ağır ve zor gelen bir huy yoktu. Hz. Peygamber ashâbından bir kişinin yalan söylediğine muttali olursa, onun göğsünden menfi tesiri silinmezdi. Ta ki o kişinin söylediği yalandan tevbe ettiğini bilinceye kadar../
 
Hz. Musa (as) dedi ki: 'Yarab! Amel yönünden kullarından hangisi daha hayırlıdır?' Allah Teâlâ 'Yalan söylemeyen, kalbi fısk ve fücur taşımayan ve zinâ etmeyen kul' dedi.179
 
Lokman Hakîm oğluna şöyle dedi: 'Ey oğul! Yalandan sakın! Çünkü yalan serçenin eti gibi tatlıdır; Fakat pek kısa bir zamanda sahibi kendisinden bıkar!'
 
Hz. Peygamber, doğruluk konusunda şöyle buyurmuştur:
 
Dört haslet vardır. Bunlar sende bulunursa, senin dilinden ne çıkarsa çıksın sana zarar vermez. O dört haslet şunlardır:
 
1.Doğru konuşmak
2.Emâneti korumak
3.Güzel ahlâk
4.Yemekte afiftik.180
 
Ebubekir Sıddîk, Hz. Peygamber benim şu makamımda durarak Ebubekir bunu söyledikten sonra ağladı- şöyle dedi:
 
Doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü doğruluk, sevapla beraberdir. Onların ikisi cennettedir.181
Hz. Muaz Hz. Peygamber'in kendisine şöyle dediğini naklediyor:
 
Sana Allah'tan sakınmayı, doğru konuşmayı, emaneti yerine getirmeyi, sözüne sahip çıkmayı, selâm vermeyi ve mütevazi olmayı tavsiye ediyorum.182
 
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
 
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Allah nezdinde hatalıların en büyüğü yalancı dildir. Pişmanlığın en kötüsü kıyamet günündeki pişmanlıktır'.
 
Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: 'Ben uçkurumu bağladıktan bu yana bir defa olsa dahi yalan söylemiş değilim'.
 
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Sizin bizce en sevimliniz, sizi görmediğimiz zamanda ismen güzel olanınızdır. Sizi gördüğümüz zaman bizce en sevimliniz, ahlâkça en güzel olanmızdır. Sizi denediğimiz zaman bizce en sevimliniz, sözü en doğrunuz ve eminlikte en büyüğünüzdür'.
 
Meymun b. Ebî Şebib'den183 şöyle rivayet edildi: 'Bir mektup yazmak için oturdum. Bir kelimeye geldim. Eğer o kelimeyi yazarsam mektubu güzelleştirmiş ve fakat bunun yanında yalan söylemiş olacaktım. Bu bakımdan terketmeye karar verdim. Sonra Kâbe cihetinden şöyle çağırıldım:
 
Allah, iman edenleri dünya hayatında da, ahiret hayatında da sağlam sözle tesbit eder.
(İbrahim/27)
 
Şa'bî der ki: 'Ben hangisinin cehennemde daha derine dalacağını bilmiyorum; yalancı mı, cimri mi?'184
 
Bağdadlı İbn Semmak şöyle demiştir: 'Zannetmem ki yalanı terkettiğimden dolayı sevap kazanmış olayım. Çünkü ben yalanı şerefime yediremediğimden terkediyorum.185
 
Halid b. Sabih'e 'Acaba bir tek yalan söylediği için kişiye yalancı denilir mi?' diye soruldu. 'Evet denilir' diye cevap verdi.
 
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: "Birtakım kitaplarda okudum. 'Hiçbir hatip yoktur ki hutbesi ameliyle karşılaştırılmasın. Eğer ameli sözüne uygunsa tasdik edilir. Eğer yalancı ise, dudakları ateşten yapılmış makaslarla -bizim bağlarımızı kestiğimiz gibi-kesilecektir' diye yazılıdır".
 
Yine Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: 'Doğruluk ile yalancılık, kalpte şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Ta ki biri diğerini kalpten çıkarıp kovuncaya kadar kavgaları devam eder!'
Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik'in oğlu Velid ile birşey hakkında konuşuyordu. Velid, Ömer'e 'Sen yalan söylüyorsun!' dedi. Ömer, Velid'e cevap olarak şunları söyledi: 'Yemin ederim ki yalanın, söyleyeni rezil ettiğini bildiğim günden beri yalan söylemedim'
 
·                                  
18 Şubat 2011 Cuma, 23:42 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

uçsuz bucaksız cennete mukabil daracık cehennem vardır her dua yada cevap verilir haklar alidir sadık al vadid olanda hakkı teslim edecektir adaletiyle hükmedecektir insanlar güruh tur cehennem ehli tektir efendimizin tabiriyle küfür milletinde ölçüler yoktur hepsi aynıdır aynı yere gidecektir yalancılar hırsızlar haddi aşan zina karlar hak hukuku çiğneyen hep aynı dillerin bedduasıyla kaşlılaşır her mazlumun düşmanı aynı kişi gibidir tekdir mazlumun zalim düşmanı hak benim hakkım kimse diyemez hak hakkındır çiğneyen bedelini ödeyecektir cennet ehlinin de durumu böyledir bütün canlıların tercümanıdır insanlığıyla kemal atıyla hayrıyla, bütün dualar aynı k kişiyedir sanki bedduanın karşılığında mükemmel insan vardır uçsuz bucaksız cennete nail olan odur çünkü dualar bir şirketin kazancı gibidir bütün insanlık hayrı ile yad ettiği hayırlı insan maksada bakan yönüyle bütün maksatların merciindedir yoksa ALLAHIN dualarınıza da namazlarınıza da ihtiyacı yoktur zalimler için yaşasın cehennem der cünki cehennem haktır cennet gafuru rahimim fazlındandır kimse hak etmez cenneti ancak ali Rezzakın hazinesi geniştir eksilmez cehennem haktır mazlumun feryadı aksaklı yaşlıların yada süt emen bebeklerin hali lisanıdır vazgeçmez geçemez katil katlini dakika içinde yapmasına mukabil ömrünü dünya hapsa nesinde geçirse haksızlık olundu denmez denilemez her ölen insan binlerce insanın çekirdeği hükmündedir bir insanı katleden bütün insanları katletmiş bilinir katiyetiyle de öyledir
16 Şubat 2011 Çarşamba, 13:25 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

Mutlaka Okuyun...
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını d...üşünürken, ha...yv...an saatlerce anırır.En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zatenkapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine kararverir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek neolduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.Birkaç
kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine
inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey
yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak
hazırlamaktadır.Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam
edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir
adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayınız:
 
1. Kalbinizi nefretten arındırın - Affedin.
2. Düşüncelerinizi endişelerinizden arındırın - Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin.
15 Şubat 2011 Salı, 17:15 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

BEN GELDİM EY İSTANBUL DEMEYECEGİM BİLMEM KAÇ KEZ DENİLMİŞTİR
 
EY İSTANBUL
 
Ben geldim kimse fark etmedi denizler dalgalandı poyraz esti
 
Bilmem
 
Kaç kez gemiler boğazdan geçti bu deniz hikâyelerdeki gördüğüm deniz midir?
 
Gülen balıklar yelkenli kayıklar filmlerde gördüğüm çamur saclı yosmalar
 
Batak haneye düşmüş çaresizler yalnızca masal mıdır?
 
Ana doludan kopmuşum gelmişim kurtaracaktım elinden tutup kızıl saclıyı kahraman yâda civan mert ben olacaktım
 
İnanır mısınız bilmem ben bu şehrin yalancısıyım
 
Yinede anlatırım insanlar yalnız insanlar selama muhtaç
 
Yalnız fahişelerin başında taç yanlış olan yok doğru olan herkesçe doğru değil
 
Şaşırdım hayret ettim bin kez hayran kaldım İstanbul ben geldim fark etmesen de geldim
26 Ocak 2011 Çarşamba, 19:02 · tarihinde Orhan Albaş tarafından eklendi

İlahi hak kitapların dışında da var olan iyi ruhların yükseklerde kötü ruhlarınsa aşağılar da olacağı anlayışı insanın aklıyla da kesindir insan iyi güzel işlerin başında iyi niyetli olmalı gerçekten temiz hesapsız safi ruhları güzelleştiren öyle bir yaşamalı ki insan iyiliği kötülere karşı yapmayacak kadar iyi niyetli olmalı .. Münafıklık fasıklık çok insanın iyi niyetinin adı da olmuştur oka dar iyidir ki kendine göre yaptığı her kötülük aslında bir çıkarıdır buda onun anlayışına göre insanlığının ve çıkarcılığının gereğidir her insan kendince iyidir yaptığı zalimlikte kendine verilmiş bir hak gibidir .. ona göre zalimliğiyle düzeltmiştir düzensiz gördüğü her çıkarına uymayan yanlışı bir diğeriyse ondan kalır yanı yoktur kör felsefesiyle öyle ahkamlar vermiştir ki bütün ahlaksızlara bütün zalimlere tamam çok güzel dedin bizde tasdik ettik demiştir her insan kendince iyidir

 

Yaşlı ağaçlardan meydana gelen bir ormanda kökler, gövdeden iki metre uzağa kadar ilerlemiştir. Köklerde gıda maddelerini topraktan alabilen, çeşitli sentez reaksiyonlarının gerçekleştirildiği hücreler vardır. Bunların bir kısmı da gıda deposu olarak da vazife görür.

yalan dünya

sacıımıı kestim

02 Eylül 2010 ZAMAN GAZETESİ MÜLAKATIMDAN DIR RESSAM ORHAN ALBAŞ

MÜSLÜMAN BENİ KANDIRMASIN EGER KANDIRACAKS DİNSİZLER KANDIRSIN

BU SABAH KAHVALTI YAPMAK İCİN FIRINDAN SICAK PİDE ALMAYA GİTMİŞTİM

KİMSE AŞKININ SONUNUZ DOGRU ANLATMAZ

İNSANLAR TÜR TÜRDÜR

oku oku oku

YALAN SÖYLEMEYİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİN

GÜNEŞİN ÜZERİNDEN BİR ALEV 2 SANİYEDE 40 MİLYON KİLOMETRE GİDER VE GELİR ZAMAN İNSANLARA UZKAKTIR

BEN GELDİM EY İSTANBUL DEMEYECEGİM BİLMEM KAÇ KEZ DENİLMİŞTİR